Çaresizlikten tıp dışına da çıktık.
Çok detaylara girmeyeceğim ama tavsiye üzerine belki faydası olur düşüncesiyle Mehmet'e bir hoca çağırdık eve.
Ayrıca eşim bioenerji alanında biriyle de görüşüp eve Mehmet'in yanına getirdi.
Ama bu kanallarda yürümeyi çok geçmeden kestik, zira bizim yolumuz tıp olmalıydı.
Bu blog sayfasını sevgili kayınbiraderim Mehmet'in müzmin rahatsızlığı olan CIPO sürecindeki tecrübelerimizi paylaşmak adına oluşturdum. Niyetim, benzer hastalığa sahip olanlardan henüz yolun başında olanlara bizim tecrübelerimizi aktararak bizim düştüğümüz hatalara düşmelerine mani olmak ve bizden daha ileri safhada olan hastalara ise sesimizi duyurup belki işimize yarayacak bir iki tavsiye almaktır.
25 Aralık 2016 Pazar
23 Aralık 2016 Cuma
Malulen Emeklilik
Ağustos 2016 döneminde Çapa'da CIPO teşhisi konulduğunda doktorlar bize malulen emeklilik için başvurmayı tavsiye etmişlerdi. Bu tavsiye aslında özünde hastalığımız ciddiyeti hakkında bizlere net bir fikir veriyordu. O an için Mehmet, bugünlere nazaran daha iyi göründüğünden ve işlerin daha kötüye gitmeyeceği düşüncesiyle malulen emeklilik tavsiyesini durumdan istifade etmek gibi yorumlamıştık. Zira Mehmet'in çalışma hayatının bitmiş olmasını birden kabullenmek zordu.
Fakat durumun ciddiyetini gün geçtikçe anlar olmuştuk. Durumdan istifade edilmesi gibi bir şey söz konusu değildi, bu yaşananlar gerçekti! Düşük ayağa rağmen tuvaleti dahil, her işini kendi halledebilen Mehmet, yavaş yavaş bakım gerektiren hasta oluyordu.
Bu kadar yaşanılanlardan sonra malulen emeklilik için SGK Müdürlüğü'ne başvurduk ve heyete girmesi için tarih aldık. CIPO hastalığını herkes bilemeyeceği için özellikle Çapa'ya sevk istemiştik ve istediğimiz de olmuştu.
Fakat durumun ciddiyetini gün geçtikçe anlar olmuştuk. Durumdan istifade edilmesi gibi bir şey söz konusu değildi, bu yaşananlar gerçekti! Düşük ayağa rağmen tuvaleti dahil, her işini kendi halledebilen Mehmet, yavaş yavaş bakım gerektiren hasta oluyordu.
Bu kadar yaşanılanlardan sonra malulen emeklilik için SGK Müdürlüğü'ne başvurduk ve heyete girmesi için tarih aldık. CIPO hastalığını herkes bilemeyeceği için özellikle Çapa'ya sevk istemiştik ve istediğimiz de olmuştu.
23/12/2016 tarihinde Çapa'ya gidip heyete girerek raporumuzu almıştık. Bu raporu elden biz SGK Müdürlüğü'ne götüremediğimizden Çapa yönetimi resmi olarak postalamıştı. Fakat Şubat 2017 döneminde SGK'dan gelen cevaba göre Mehmet'in tekrar heyete girmesi istenmişti. Bu konuda tekrar bir organizasyon yapmamız gerekliydi, fakat Mehmet için işler o kadar kolay olmuyordu artık.
Mehmet'i evden alıp hastaneye arabayla götürmek son derece teferruatlı bir işti: Her şeyden önce Mehmet, evden çıkabilmek için kendisinde az da olsa bir güç hissetmeliydi. İlk önce arabada bir takım düzenlemeler yapıyorduk. Maltepe ve Çapa arasındaki yolu arabada oturarak gitmesi mümkün değildi. Mutlaka yatması gerekiyordu. Haliyle arabanın arka koltuğunu yatırıyorduk. Üzerine bir sünger atıyorduk, aksi takdirde Mehmet'in zayıf olan vücudundaki kemikler çok acıtıyordu. Ayrıca başını desteklemek için yastık, üzerini örtmek için nevresim, aşırı su tüketimini karşılamak için şişe şişe su... Hepsi önceden arabaya taşınıyordu.
Ayrıca düşük ayak olan bacağı sürekli ağrıdığından, arabaya bindirip indirmeyi için son derece itinalı yapmak gerekiyordu. Bu işleri de genelde ben ve babası beraber yapmak durumundaydık.
Kendinde güç hissettiği an, kalkıp tekerlekli sandalyesine oturtuyorduk, sandalyeyle asansöre kadar getiriyorduk, asansöre tekerlekli sandalye girmediğinden ayrı bir tabure koyup asansör kabinine Mehmet'i oturtuyorduk, sonra zemin kata gelindiğinde zar zor ayağa kaldırıp tabureyi asansör dışına alıp Mehmet'i tekrar oraya oturtuyorduk. Sonra tekerlekli sandalyeyi birimiz asansörle aşağıya indiriyorduk. Aşağıda Mehmet'i tabureden alıp tekerlekli sandalyeye oturtuyorduk. Tekerlekli sandalyeyle arabanın yanına kadar geliyorduk. Yolumuz üzerindeki bir kaç basamaklı merdivenleri babasıyla ikimiz, tekerlekli sandalyeyi taşıyarak geçiyorduk. Arabanın yanına geldiğimizde Mehmet'i zar zor çekerek, kaydırarak aracın içine yatırıyorduk. Yastıklarla başını destekliyorduk.
Bu şekilde hastaneye gidip geldikten sonra eve çıkmak için aynı işlemleri tersten tekrar yapıyorduk.
Yani, Mehmet'in şu haliyle çalışma imkanından o kadar uzak olduğu görülüyordu ki malulen emeklilik bir şarttı.
19 Aralık 2016 Pazartesi
CİSAPRİDEımız geldi, çok şükür...
Büyük umutlar bağladığımız Cisapride etken maddeli
ilaçlarımız sonunda gelmişti.
Meksika'dan Unomol ve Polonya'dan ise Gasprid olarak temin
edebildiğimiz bu ilaçlar tam 1 ay sonra 19/12/2016 tarihinde elimize geçti. Ve
derhal Ahmet bey ile irtibata geçip kullanımı hakkında bilgi aldık. Mehmet, günde
3 kez aç karnına ve mümkün olduğunca eşit aralıklarla 1 adet olarak içecekti bu
ilacı. Aynı günün akşamı, Mehmet'e bu
ilaçları verdim. Ertesi gün büyük umutlarla bu ilaca başlandı.
Öyle ya bu ilacı temin etmek için çok fazla uğraşmış, tüm
yakınlarımızı devreye sokup bir çok ülkede araştırmalar yapmıştık. Yurt dışından
ilaç getiren eczaneleri tek tek arayıp sormuştuk. Bu kadar uğraşın sonunda
Mehmet'e faydası olmasını beklememiz elbette hakkımızdı. Ama hemen söyleyeyim,
öyle sihirli bir değnek değmiş gibi bir değişiklik olmadı. Halen bu ilacı
kullanıyor ama hastalık tablomuz neredeyse hiç değişmedi. Belki ileride faydası
olur diye kullanmaya devam ediyoruz...
16 Aralık 2016 Cuma
Yine Acil Servisteyiz...
GATA'dan Taner bey'in yanından çıkınca, hazır arabaya binmişken Kartal Lütfi
Kırdar'ın acil servisine gitmeye karar verdik. Neticede Mehmet'in tüm
değerlerinin yine düştüğünü anlıyorduk. Birkaç zenginleştirilmiş serum alır,
oradan eve geçeriz diye düşündük.
Acil ser viste yapılan tahlillerde Mehmet'in değerlerinin
gerçekten çok kötü olduğu görüldü.Kalsiyum, potasyum, sodyum değerleri epey
düşüktü. Tüm bu değerlerin takviye edilmesi hemen hemen 48 saat sürdü. Birkaç
saatte işimizin biteceğini düşünürken ne çok yanılmışız...
Değerler biraz yükselince Mehmet'e az da olsa enerji geldi.
Biraz iştahı açıldı, bir şeyler yemeye başladı. Sonrasında hastaneden çıkıp eve
gidebildik.
15 Aralık 2016 Perşembe
GATA'ya kontrole gittik...
GATA'dan taburcu olalı hemen hemen 1 ay olmuştu. 15/12/2016
tarihinde GATA'ya kontrole gittik. GATA'da yatarken zaman zaman bizimle
ilgilenmiş olan Dr. Taner Akyol'a gitmiştik. Aslında Muammer Kara'ya gitmek
istiyorduk ama randevu sisteminden her istediğimizi seçemiyorduk.
Taner Bey, Mehmet'i derhal hatırladı. GATA'dan çıkalı 1 ay
olmuştu ve GATA'da yatarken biraz olsun kazanılmış olan minerallerin değerleri
yine epeyce düşmüştü. Taner Bey, Mehmet'in durumunun karışıklığını gayet iyi
bildiğinden bizimle açık açık konuştu ve GATA'nın imkanlarının çok sınırlı
olduğunu söyleyerek sivilleşme sürecinin sıkıntılarından bahsetti. Çapa'dan
şaşmamamız gerektiğini ifade ederek Çapa'nın takibine geri dönmemizi tavsiye
etti.
Mehmet'in yine tüm değerleri düştüğünden hazır gelmişken
GATA'ya yatmasının mümkün olup olmadığını sordum. Taner bey telefonla Mumammer
Bey'e ulaştı ve Mehmet'e uygun bir yatak olduğunu, dilerse yatabileceğini
söyledi. Mehmet ise GATA'ya yatmayı istemedi ve eve dönemk istedi. Artık Mehmet
de GATA'nın faydası olacağına inanmıyordu.
Zira Mehmet'e koldan açılan damar yolları çok sıkıntılı
oluyordu. Damarlar çok incelmişti, tahlil için bile kan alınamıyordu.
Hemşireler ancak 4-5 denemeden sonra kan alabiliyor, Mehmet'i delik deiş etmek
durumunda kalıyorlardı. Haliyle bu durum Mehmet'in canını çok yakıyordu.
GATA'ya yeniden yattığında açacakları damar yolundan verecekleri sıvı gıdayı
damarlarının taşımayacağından emindi. Faydası olmayacağını bildiğinden GATA'ya
yatmayı fuzuli görmüştü.
23 Kasım 2016 Çarşamba
HEMATOLOJİ'ye de görünelim dedik...
Eşim daha önce Anadolu John Hopkins hastanesinde Hematoloji
uzmanı Prof. Dr. Zafer Gülbaş'a gitmişti. Çok memnun kaldığı için, Mehmet'i de
bir gösterelim dedik. Belki bir görüş alabiliriz düşüncesiyle 23/11/2016
tarihinde Zafer Bey'e gittik. Yine derdimizi tek tek anlattık. Kendisi bizimle
gayet yakından ilgilendi. Dosyamızda eksik gördüğü ve bağışıklık sistemiyle
ilgili birkaç test yaptırdı ve bir problem olmadığını gördü. B12 takviyesi için
kolun üst kasından yapılabilecek iğne verdi. Zaten Mehmet'te iğne vurulacak bir
kas kalmamıştı, en uygun yer son olarak orası kalmıştı.
Kendisinin bundan öte yardım edemeyeceğini anlamıştık.
İzmir'deki ilk bağırsak naklini yapan ekibin doktoru Cezmi Karaca'dan bahsetti.
Böylece elimize, araştırma yapılacak bir done daha geçmişti. Cezmi Karaca'dan
randevu ayarlasak bile Mehmet'in İzmir'e
gidecek dermanı yoktu.
18 Kasım 2016 Cuma
CİSAPRİDE....
18/11/2016 tarihinde, GATA'dan taburcu olduktan 2 gün sonra
Dr. Ahmet Kemal Gürbüz'e kontrole gittik. Yanımızda GATA'nın verdiği epikrizi
de götürdük. Ahmet Bey, Gismotal ve Dikloron isimli ilaçları yazdı. CIPO
tanısına artık onun da kanaat getirdiğini gözlemlemiştim.
Doktor en son olarak, bir reçete kağıdına Cisapride yazarak
elime verdi. "Eskiden CIPOlu hastalara bu ilaçtan verirdik. Ama bazı yan
etkilerinden dolayı yasaklandı. Yine de bazı ülkelerde serbest. Bunu temin
edin. Sonra bana haber verin" dedi.
Bir anda, aradığımız sihirli ilacı bulduğumuzu düşündük. Bu
ilacı ne yapıp edip temin ederdik. Eğer şifamız bu ilaçtaysa ve bu ilaç hangi
ülkedeyse gider alır gelir ve Mehmet'e içirirdik.
Cisapride hakkında internet üzerinden araştırmalara
başlamıştık. Günlerce, bu ilaç hakkında araştırma yapıyorduk. Cisapride aslında
bir etken maddeydi ve ülkelere göre değişik ilaç isimlerini alabiliyordu.
Hakikaten Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde yasaklanmış. Çünkü kalp ritm
bozukluğuna sebep oluyormuş. Uzun uğraşlar neticesinde Meksika'dan ve
Polonya'dan bu ilaçları temin etmeyi başarmıştık. Prospektüsüne bakınca
hakikaten CIPO konusunda faydalı olduğu ama kalp aritmisi açısından riskli
olduğu, özellikle potasyum düşüklüğünde ilacın kullanımının tehlikeli olduğu
yazıyordu. Yan etkilerini şimdilik düşünmeden var gücümüzle ilacı temin etmeye
çalışıyor, yurtdışında yaşayan tüm
tanıdıkları yada arkadaşlarımızın
tanıdıklarını devreye sokup ilacı sorgulatıyorduk.
16 Kasım 2016 Çarşamba
GATA'da 27 gün yattık...
Mehmet GATA'da 20/10/2016 tarihinden 16/11/2016 tarihine
kadar yattı. Her yeni hastane yeni bir
umut oluyordu. Mehmet'in annesi "inşallah oğlumun şifası buradadır"
diye dualar ediyordu.
Öncelikli olarak beslenme desteği verildi. Periferal olarak
Oliclinomel isimli gıda verildi. Buradaki amaç, dip yapmış olan potasyum,
kalsiyum gibi mineralleri derhal yerine koymak ve hastayı biraz olsun ayağa
kaldırabilmekti. Başını yerden kaldıramayan Mehmet, bu gıda takviyesini almaya
başladıktan sonra biraz olsun kendine gelebilmişti. Yattıktan 10 gün sonra özofagusgastroduodenoskopi
yapıldı. Yine benzer neticelere ulaşıldı. Yine genişlemiş ince bağırsak, ödemli
alanlar, vs..
Diğer taraftan bacak ağrısı yine şiddetlenmişti. Nöroloji
birimi de Mehmet'i kontrole geliyor, ilaçlarını veriyordu. Ayrıca diyetisyen
kontrolünde Nestle Modülen'e başlandı. Belli saatlerde yemek yiyor, belli
saatlerde ise modülen alıyordu. Bu şekilde ishalin sıklığı düşmesi sağlanmıştı
ama neticede ishal halen devam ediyordu. Günde 10-15lerden, günde 5-6defalara
düşmüştü.
Zaman zaman doktor Muammer Kara'nın yanına gidiyor, Mehmet
hakkında bilgi alıyordum. Açıkçası hastanenin askeri yapıdan çıkarak
sivilleşmesi dönemi yaşanıyordu ve hastane bu dönemin sancısı içindeydi.
Haliyle Çapa'dan sonra bu merkezde pek bir şey yapılamayacağını anlamıştım. Mehmet, sıkı bir takip içinde değildi. Zaten
bir süre sonra da poliklinik kontrol tavsiyesiyle taburcu edildi.
Taburcu olmasına olmuştuk ama iyi kötü oturttuğumuz modülen
gıda düzenine uymamaya başlamıştık. En azından hastanede başlanan modulen
gıdalı diyete devam etsek belki biraz fayda görecektik yada yeni bilgiler
edinmemize sebep olacak doneler elimize geçecekti. Maalesef o diyeti de kısa
süre sonra unuttuk. Tabi, diyeti
uygulamak Mehmet için pek kolay olmuyordu. Bazen karın şişkinliği ve ağrıları o
kadar şiddetli oluyordu ki tüm gün 1 lokma bir şey yiyemiyordu. Bu şartlar
halinde diyetin bozulmaması imkansız oluyordu.
20 Ekim 2016 Perşembe
GATA Macerası…
O akşam Mehmet, acile gitmek istemedi. Bacağı ağrıdığı için
ertesi gün için Maltepe Üniversitesi Hastanesi Kalp Damar Bölümünden randevu
almıştı. Yine bacağında pıhtı oluştuğundan ve onun ağrı yaptığından şüpheleniyordu.
Sabah erkenden randevumuza gittik ama kalp damar doktoru
Mehmet’in genel durumunu görünce ücret bile almadan hemen dahiliyeye sevk etti.
Dahiliye uzmanı Yrd. Doç.Dr. Fatih Öner Kaya Mehmet’i görür görmez yatış verdi.
Aslında biz Dr. Ahmet Bey’den GATA için haber bekliyorduk
ama olaylar kendi akışında devam ediyordu. Maltepe Üniversitesi Hastanesine
Mehmet yatış yapmak üzereydi. Mehmet’i geçici olarak bir odaya çıkarıp serum
taktılar. Resmi yatış işlemleri için sigortadan provizyon beklenirken Ahmet Bey
beni arayarak GATA’da yer ayarladığını ve Mehmet’i oraya götürebileceğimi
söyledi.
Durumu Mehmet’e anlattığımda GATA’yı tercih etti ve henüz
resmi yatış yapılmadan Maltepe Üniversitesi Hastanesinden çıkıp GATA’ya yeni
adıyla Abdülhamit Han Eğitim ve Araştırma Hastanesine geçtik. Ahmet Bey bizi
orada Gastroentereoloji servisinde Doç. Dr. Muammer Kara’ya sevketmişti.
Böylece 20/10/2016 tarihinde Mehmet, GATA’ya yatırılmış oldu.
19 Ekim 2016 Çarşamba
Tekerlekli sandalye satın aldık…
19/10/2016 tarihinde Mehmet yine kendini çok kötü hissetmeye
başlamıştı. Ertesi gün Çapa’da kontrol randevusu olduğundan gün içinde kan
tahlili yaptırmıştı. Yine tahlil sayfası neredeyse baştan aşağı koyu yazılıydı.
Özellikle potasyumu oldukça düşüktü. Potasyum düşüklüğü insanda o kadar
halsizlik yaparmış ki insan başını bile havada tutamazmış.
Akşamüstü, yanına gittiğimde Mehmet’in durumu da aynıydı.
Gün içinde aldığı tahlilleri Ahmet Bey’e gönderdik ve Mehmet’in bir merkezde
yatırılıp bakıma alınmasını sağlaması için ricacı olduk. Elinden geleni
yapacağını söyledi ve ilk etapta potasyumu düşük olduğu için potasyum tableti
Kalidur içmesini istedi.
Mehmet’in artık kalıp tuvalete gidecek mecali yoktu. Odadan
odaya gidemiyor, Mehmet’i taşımak da yaşlı anne babasına çok zor oluyordu. Çok
sık ishali olduğundan da gün içerisinde çok defa tuvalete gitmesi gerekiyordu.
Artık tekerlekli sandalye almak farz olmuştu. Hemen en yakın medikalciden uygun
bir sandalye alıp geldik. Ayrıca bir de baston aldık ki ayağa kalktığında dengesini
sağlamasına yardımcı olsun.
17 Ekim 2016 Pazartesi
Bu böyle olmayacak, bir şeyler yapmalı!!
Bir gün eşim, internette CIPO hakkında araştırma yaparken
Prof. Dr. Ahmet Gürbüz’ün makalesine rastlamış. Kontak bilgisini bana gönderdi
ve hocaya telefon edip durumumuzu anlattım. Kendisinin bize uzun bir zaman
ayırması gerektiğini söyledi ve sekreterinden ona göre randevu almamızı istedi.
Öyle de yaptık. 17/10/2016 tarihinde
akşama doğru Ahmet Bey’in yanına gittik. Her doktora anlattığımız gibi
eskilerden Afrikalardan günümüze kadar başımızdan geçenleri anlattık. Çapa’da
yapılanları, patoloji raporlarını tek tek dosyamızdan inceledi. Patoloji
raporundaki ifade edilen ganglion hücrelerini kastederek CIPO olmayabileceğini
ima etti ama net bir şey söyleyemedi. Denol başta olmak üzere Gismotal, Creon
isimli ilaçları verdi.
Bu ilaçlardan Denol’ü bulmak çok zordu. Artık üretilmeyen bu
ilaç için onlarca eczaneyi dolaştık. Elinde kalan ama kullanma tarihi geçmemiş
olan bir kutu ilacı sonunda bulduk. Etken maddesi bizmut olan bu ilacın
Mehmet’e fayda etmesini umuyorduk. İlacı kullanmaya başladıktan sonra bir
iyileşme olup olmadığını hemen sorguluyorduk. En ufak bir iyiye gidiş emaresi
görsek bile seviniyorduk. Ama neticede pek faydası da olmamıştı.
3 Ekim 2016 Pazartesi
Acil Servisler dönemimiz başladı…
Mehmet’in günde 10-15 defa ishali devam ediyordu. Vücut
mineral kaybediyor ve kaybedilenler replase edilemiyordu yani yerine
konamıyordu. Mehmet artık kendini iyice kötü ve halsiz hissetmeye başlamıştı.
Değil elini kolunu hareket ettirmek, konuşmaya bile mecali olmuyordu.
Böyle hissettiği dönemlerde, an yakın hastanenin acil
servisine gidiyorduk. Kan tahlili yapılıyordu. Tahlil sonuçlarının yazılı
olduğu kağıda baktığınızda normalden düşük yada yüksek olan değerler dikkat
çekmesi için genellikle koyu yazılır. Mehmet’in tahlil kağıdında ise hemen
hemen her satır koyu renkli yazılmış oluyordu.
Acil’e götürdüğümüzde ilk önce onkoloji hastası mı diye
soruyorlardı. CIPO yanıtını verdiğimizde ise genelde pek bilmiyorlardı.
Acilde bir iki tane
mineral açısından zenginleştirilmiş serum yedikten sonra Mehmet’in gözünün feri
geliyor, eline koluna biraz can geliyordu. Biraz toparlandıktan sonra tekrar
eve geliyorduk. Bazen 1 gece bazen 2 gece acilde yattığımız oluyordu.
26 Eylül 2016 Pazartesi
Çapa’daki kontrollerimiz…
Çapa oldukça büyük ve kalabalık bir hastane. Yatan hasta
olunduğunda işler biraz daha kolay çünkü doktorlar hemşireler ayağına geliyor
ama ayakta gidildiğinde tüm gün koşuşturmakla sıra beklemekle geçiyor.
İlk randevumuz 06/09/2016 tarihindeydi. Aynı güne beslenme
polikliniğinden de randevu alıyorduk. İlk randevumuzda ilaçlarına bakıldı, hastanın
durumu kayıtlara alındı ve geri gönderildi. İşimiz öğlene kadar sürmüştü.
Ama ikinci gidişimiz hiç de öyle kısa sürmemişti. 26/09/2016
tarihindeki kontrolde Mehmet’in Kalsiyum olmak üzere mineral değerleri düşük
görülmüştü. Gece yarısına kadar kalsiyum takviyesi yapıldı.
Halbuki 20 gün önceki tahlillerde kalsiyum, potasyum,
magnezyum, sodyum, klor değerleri normal sınırlar içindeydi. 26/09/2017
tarihinde ise bu depolar artık tükenmeye başlamış, takviye ister noktaya
gelmişti.
Zaten bu tarihten sonra Mehmet resmen yatağa bağlı kalmaya
başladı. Geçtiğimiz 1 ay içinde en azından birkaç kere tek başına dışarı çıkıp
arkadaşlarıyla görüşebilmişti. Artık depolar boşaldığından yerine konanlar
yeterli gelmediğinden Mehmet’in genel durumu gitgide kötüleşiyordu.
En son 06/10/2016 tarihinde Çapa’ya kontrole gittiğinde
artık Mehmet’in sıtkı sıyrılmıştı. Kaybettiği minerallerin yerine konması tamam
ama hastalığının tedavisine yönelik beklenti içindeydi. Doktorun İzmir Tepecik
Eğitim Hastanesinden ve ince bağırsak naklinden bahsetmesi Mehmet’in Çapa’da da
artık yolun sonuna gelindiği düşüncesi yarattı. Bu tarihten sonra da uzun bir
süre bir daha Çapa’ya gitmedi ki bu da önemli bir hataydı!
8 Eylül 2016 Perşembe
Hasta için zor ama hasta yakınları için de zor…
Mehmet’in 75 yaşını geçmiş anne ve babası var. İkisi de
oğullarının iyileşmesi için uğraşıyor, yanı başından bir an olsun
ayrılmıyorlar. Uzun süren bu hastalık döneminde Mehmet’in çektiği her çileyi
eminin onlar da çektiler. Yaşlılıktan ötürü ikisinin de kendilerince
rahatsızlıkları var ama oğullarının bu durumuyla ilgilenmekten kendilerine
vakit ayırmak ne mümkün?
Oğullarının bakımıyla uğraşmak fiziki bir zorluk elbette
kendilerine veriyordur ama yüreklerindeki üzüntü belki de daha fazla bir
ağırlık yaratıyordur.
Mehmet’in bu durumlarıyla uğraşırken babası 08/09/2016
tarihinde ansızın ciddi kalp krizi geçirdi. Babası, Allahtan krizin sinyalini doğru algılamış da annesi
gecenin o saatinde Maltepe Devlet Hastanesine yetiştirmiş. Hastanede doktorun
muayenesi esnasında kalp krizi geçirip resmen bu dünyadan ayrılmış. Daha sonra
resüsitasyonla dünyaya geri getirilmiş. Yani krizin, doktorun elinin
altındayken gelmesi büyük bir şans olmuş. Eğer, biraz daha erken gelse belki de
hiç şansı olmayacaktı. Daha sonra babası Koşuyolu Kartal’a sevkedildi. Burada 3
tane stent takıldı, 10 gün kadar yoğun bakımda kalıp biraz kendini
toparladıktan sonra taburcu edildi.
Mehmet kendi durumunun yanında böyle bir travma da yaşamış oldu.
Her şey üst üste geliyordu. Hatta bu süreç içinde annesine de bir araba
çarpmış, bir kolunun kırılmasına neden olmuştu. Artık evde üç kişi vardı, üçü
de hastaydı. Annesi, Mehmet’in bakımını tek elle yapmak zorundaydı.
Babası da yaşamış olduğu ağır krizden sonra hiç iyileşme
süreci diye bir dönem yaşayamamış, Mehmet’in bakımına kaldığı yerden devam
etmişti.
Anne baba, yaşlılıkları döneminde kendilerine hiç vakit
ayıramıyor, zaten kısıtlı olan tüm enerjilerini de Mehmet’in bakımına
harcıyorlardı.
5 Eylül 2016 Pazartesi
Bir başka uzmana soralım dedik…
İnternette araştırdığımız kadarıyla CIPO o kadar pis ve nadir
rastlanan bir hastalıktı ki bizim başımıza gelmiş olmasına ihtimal veremiyor,
durumu kabullenemiyorduk. Çapa’dan da tam bir netice almamamız yada aldığımız
neticeyi daha hazmedememiş olmamız bizi apar topar taburcu ettikleri izlenimi
veriyordu.
Dosyalarımızı alıp
05/09/2016 tarihinde Anadolu John Hopkins Hastanesinde Gastroenterelog
Doç. Dr. Murat Gürsoy’a gittik. Bu doktora, daha önce bir komşumuzun tavsiyesiyle
eşim görünüp memnun kaldığından Mehmet’i de götürelim demiştik. Murat Bey, dosyalarımızı tek tek inceledi.
Mehmet’i elle muayene etti. Murat Bey konuşurken “senin o kadar da karışık bir
hastalığın yok, al şu ilacı iç bir şeyin kalmaz” demesini bekler gibi boş
hayaller kuruyorduk. Tabi ki öyle bir şey demedi, konunun karışıklığını
vurguladı, Çapa’daki takibe devam etmemizi tavsiye etti. Sadece bir ilacın
dozunu değiştirmemizi istedi.
Aynı gün Mehmet’e psikiyatriden de randevu almıştık. Randevu
saatinde doktorun yanına beraber girdik. Daha sonra Mehmet’in içini rahatça
boşaltabilmesi için odadan ayrıldım. Dışarda epey bekleyeceğimi düşünüyordum ki
yarım saat geçmeden Mehmet geldi. Görüşmenin pek faydası olmadığını anladım.
Belki de Mehmet yeterince açılamamıştı. Neticede psikiyatrist Mehmet’e sindirim
sistemi hastalıklarında Çapa’nın Türkiye’de en iyi olduğunu söyleyip Çapa’ya
kontrole devam etmesini söyleyerek göndermiş.
Böylece bir başka uzmandan görüş almak da bize yeni bir
bilgi getirmemişti.
26 Ağustos 2016 Cuma
Çapa’dan çıktık ama şimdi ne yapacağız?
26/08/2016 tarihinde elimizde CIPO tanısıyla Çapa’dan
taburcu olmuştuk. Sudan çıkmış balık gibiydik. Yol haritamız netleşti mi
karıştı mı? Mehmet iyileşecek mi? Ne olacak? Evde hastamıza nasıl bakım
yapacağız? Gibi tonlarca soru vardı kafamızda.
Çapa’nın epikrizinde yazdığı gibi beslenme bölümüne kontrole
gelmesi istenmişti. Ama daha önce de yakındığım gibi bu nokta yeterince
vurgulanmamıştı ve açıkçası biz de önemini idrak edememiştik. Mehmet’in
iyileşmesinin gastroenterelogların elinde olduğunu düşünüp kendimize bir yol
haritası belirlemek zorunda hissediyorduk. Bu arayışla aslında zaman
kaybediyorduk, çünkü Mehmet’in ishali aynen devam ediyordu. Yani, vücudundaki
tüm mineral depoları boşalıyordu ve biz bu boşalan depoları doldurmanın telaşı
içinde olacağımıza bağırsaklarını nasıl düzelteceğimize kafa yoruyorduk.
Halbuki beslenme konusu, Çapa’da gözümüze sokarcasına vurgulansaydı Mehmet’in
kaybettiklerini yerine koymayı öncelikli iş haline getirir, Mehmet’in gözümüzün
önünde eriyip gitmesine izin vermezdik. Diğer taraftan CIPOnun ne derece
tehlikeli bir hastalık olduğunu da bilmiyorduk. Mehmet’in hastalığının Crohn
yerine CIPO çıkmış olmasına aslında şükür bile ediyorduk.
Diğer taraftan CIPO da neymiş diye internette araştırmaya başlamıştık.
Mehmet’in yakınları olarak internette bir şeyler bulup birbirimizle paylaşıyor,
bu mudur şu mudur diye anlamadığımız konularda yorumlar yapıyorduk. Çünkü CIPO
hakkında özellikle o tarihte internette bulunanlar bugünden çok daha azdı.
Olanlar da genellikle yabancı sitelerdeydi. CIPOnun ne derece kötü bir hastalık
olduğu konusunu da yavaş yavaş idrak ediyorduk. Resmen hayati tehlikeden
bahsediyordu. Sürekli gastroentereloji, Beslenme kliniği ve psikiyatri
birimlerinin takibinde olmak gerektiği anlatılıyordu.
13 Temmuz 2016 Çarşamba
II. Çapa Seferi…
2014’de yattığı Çapa Gastroentereloji servisine 13 Temmuz
2016’da Mehmet 2. kez yatmıştı. Çapa’ya
yattığında artık Mehmet için “Kaşektik” terimi kullanılıyordu. Yani hastalık
nedeniyle kas kütlesi kaybı yaşayan hastalar için kullanılan terim. Maalesef
Mehmet’in başına gelen de buydu. Şubat 2016 da 83 kg olan Mehmet şu anda 54
kiloydu ve toru topu 6 ayda bu kaybı yaşamıştı. Vücut Kitle endeksi VKİ:16,3
idi. Böyle giderse durum kötüydü.
Çapa’da 26 Ağustos 2016 tarihinde kadar tam 44gün kaldı. Çapa’da
sonradan algıladığım kadarıyla hemen hemen herşey yapılmış, tüm teknikler
kullanılmıştı. Çapa’da takibimizi Prof. Dr. Kadir Demir ve Uzm. Dr. Bilger
Çavuş yapmıştı.
Hastaneye yattıktan hemen sonra, ilk kez Çetin beyin
muayenehanesinde duyduğum Kronik İntestinal Psödoobstrüksiyon ön tanısıyla
beslenme takviyesine başlandı. Hem periferal (damardan) hem de enreral
(ağızdan) beslenme desteği verildi. Beslenme desteği devam ederken bir taraftan
da düşük ayak sebebiyle fizyoterapist eşliğinde egzersizlere başlandı.
Rutin kan tahlilleriyle Mehmet her gün kontrol edildi. 15/07/2016 tarihinde Özefagusgastroduodenoskopi yapıldı. Yani ağızdan girilerek yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağına bakıldı.
Ayrıca bu işlen sırasında alınan parçanın patolojik
incelmesinde amiloid lehine bir bulguya rastlanmadığından amiloidoz hastalığı
ekarte edilmiştir.
Paraneoplastik bir süreçten kuşkulanıldı. Yani, kanserin
habercisi genelde bit tümördür. Ama bazı hatalarda altta yatan tümörün doğrudan
veya lokal etkileriyle oluşmayan fakat kanserin habercisi bazı belirtiler
oluşabilir. İşte bu kuşkuyla Mehmet’te yine bazı tahliller yapıldı. Ve kanser
lehine bir bulguya rastlanmadı.
Bu arada, Göztepe Medeniyet Üniversitesinden ameliyat
esnasında alınan parçayı, Çapa’ya elden getirmemiz istendi. Bu merkezde de ayrı
bir inceleme yapıldı.
Tıbbi olarak raporda yazılanları bizim anladığımız bir dile
çevirince, bağırsaktaki villus adı verilen ve besin emilimini sağlayan fırçamsı
yapının bozulduğunu, kript adı verilen salgı bezlerinin hafife derecede
bozulduğu, bağırsak damarlarında genişleme olduğu ve kan biriktiği
gözlemlenmiş. Ama bunlara dayanarak belli bir hastalık tanısı konamamış.
Çapa’ya yatalı yaklaşık bir hafta geçmişti ve hala Mehmet’in
ishali ve karın şişkinliği aynı şiddette devam ediyordu.
Önemli testlerden birisi sayılabilecek mide boşalma
sintigrafisi çekildi. Mide boşalma zamanı 153 dakika olarak saptanmış, bu durum
mideden bağırsaklara düşük düzeyde aktivite geçişi olarak yorumlanmıştır. Yani
Mehmet’in midesi vazifesini tam yapmıyor, yenilen besinleri parçalayıp
zamanında bağırsaklara gönderemiyordu.
Bu arada yeniden bilgisayarlı tomografi çekildi ve 4 ay önce
Nisan ayında Ersoy’da çektirdiğimiz tomografi ile mukayese edildi. Fakat önemli bir fark bulunamadı.
Bu arada bazı antikorlar çalışılmış ve negatif neticeler
alınınca Çölyak hastalığı da elemine edilmiştir.
Yemek borusunda yapılan özofaguz manometri tetkikinde
hareket bozukluğu gözlemlenmiştir. Ayrıca yemek borusundan mideye geçişi
sağlayan yerdeki basınç mekanizmasının da yeterince iş görmediği fark edilmiştir.
Bütün bu tahliller yapılmıştı ama bir tek Mehmet’in
kolonoskopisi henüz yapılamamıştı. Çünkü hasta, bir türlü kolonoskopiye hazır
hale gelemiyordu. Birkaç defa deneme yapılmıştı ama bağırsaklar tamamen
boşalamadığı için kolonoskopi ertelenmişti. Kolonoskopiye her niyet edildiğinde
Mehmet bir süre aç kalmak zorundaydı ki bu da zaten sindirim sorunu yaşayan
hastay daha beter ediyordu. Üstelik kolonoskopi ertelenince bu açlık süresi de
uzamış oluyordu.
Çapa’nın Medikoşirürji diye bir konseyi var. Anladığım
kadarıyla bu konsey periyodik olarak toplanıyor ve önemli hastaların
dosyalarını inceliyor. 25/07/2016 tarihinde Mehmet’in dosyası da bu konseye
çıktı. Konsey, bulguları değerlendirip mevcut tablonun CIPO ile yani Kronik
İntestinal Psödoobstrüksiyon ile uyumlu olduğunu düşünmüş ama kolonoskopiden
sonra tekrar görüşülmesine karar vermiş.
Bu arada Mehmet’in bacak ağrısı tüm şiddetiyle devam
ediyordu. Fizyoterapist eşliğinde yapılan egzersiz sırasında, bacak damarında
pıhtıdan şüphelenilmesi üzerine bacaktan ultrason çekildi. Başlanılan kan
sulandırıcı ilaçla bacak ağrısında bir rahatlama gözlendi.
01/08/2016 tarihinde tekrar Medikoşirürji konseyinde
Mehmet’in dosyası ele alındı. Önemli bir netice çıkmadı, sadece bazı ilaçların
değiştirilmesine ve dozlarının ayarlanmasına karar verildi.
Bu arada Mehmet’in
halen karın şişkinliği ve ishali devam ediyordu. Nazogastrik sonda ile yani
burundan mideye uzatılan bir boru ile beslenme takviyesine de başlandı.
En nihayetinde 18/08/2016 tarihinde Mehmet’e kolonoskopi
yapılabildi.Kolonoskopide en belirgin özellik olarak lümenin yani bağırsak
boşluğunun geniş olması ve bağırsak duvarlarının ödemli olması öne çıktı. Kolonoskopide
alınan parçanın patolojik incelemesinde yine villus küntleşmesi ve ödemli
kronik iltihaplı mukoza görülmüştü. Kolonoskopi esnasında saptanan belirgin
vasküler (damarsal) yapılar nedeniyle bilgisayarlı tomografi yapıldı. Daha önce
söylenenlerden farklı bir bilgiye ulaşılamadı. Kronik bir durum olduğu ifade
edildi.
Mehmet’in halen ishali devam ediyordu. Nedenini
sorduğumuzda, bağırsakların önünün tıkalı olmamasına rağmen sanki tıkalıymış
gibi yenilen besinleri ilerletmeyip biriktirdiğini söylediler.
Psödoobstrüksiyon denilen şey de buymuş. Buralarda biriken besinler zamanla
bozulup bakteri üretiyor, bu bakteriler de gaz yapıp karnın şişmesine ve ishale
sebep oluyormuş.
Ayrıca, bağırsağın en azından bir kısmı çalışmasa belki o
kısım operasyonla alınıp hasta rahatlatılabilirdi ama Mehmet’te neredeyse tüm
sindirim sistemi yolu çalışmıyordu.
27 Haziran 2016 Pazartesi
Karın ağrısını unutmuş, bacak ağrısının peşine düşmüştü…
Mehmet’in asıl rahatsızlığı karın ağrıları ve sürekli ishal
durumu idi. Ama ameliyat sonrası Mehmet’e yapılan ağrıkesici enjeksiyon sonrası
gelişen düşük ayak nedeniyle sol bacağında müthiş bir sancı vardı. Hatta bu
ağrılar öyle şiddetliydi ki Mehmet artık asıl rahatsızlığını unutmuş, en önemli
derdi bacağının ağrısı olmuştu. Bu ağrıdan dolayı 27/06/2016 tarihinde yani
Sinan Bey’e dikişleri aldırmaya gittiğimizde Nöroloji doktoru Prof. Dr.
Abdülkadir Koçer’in yanına gittik. Mehmet’in ağrısı için açıkçası daha önce
verilen ilaçların dozunu arttırmaktan başka bir şey yapmadı. 3 ay sonrasına
tekrar EMG çektirmek için randevu almamızı söyleyip bizi gönderdi.
Bu bacak ağrısı, gözlemlediğimiz kadarıyla Mehmet’in
ameliyat yerinin iyileşmesini geciktiriyordu. Hareket edemediği için gazını
atamıyordu. İshali devam ettiği için tuvalete gitmek ve gelmek çok zor
oluyordu. Sol ayağını yerde sürüyerek koşarcasına tuvalete gidiyor, dönerken de
“yoldan çekilin” diye bağırarak yatağına geliyordu. Geldiği gibi de sol ayağını
göğsüne çekerek oturuyordu. Ağrısını en az hissettiği pozisyon buydu çünkü.
Artık bacak ağrısının peşine düşmüştük. Günlük olarak Erenköy
Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’ne gitmeye başlamıştık. Mehmet’e bu merkezde fizik tedavi
uygulanıyordu. Ama açıkçası pek faydası olmuyordu. Konunun uzmanı değilim ama
bir iki lastikle gerdirme hareketi uygulanıyor, bu şekilde devam edeceksin
deyip eve gönderiliyordu. Her ne kadar beğenmesek de belki faydası olur diye
Çapa’dan haber gelene kadar Erenköy’e gitmeye devam ettik. Bu dönem içinde
düşük ayak için bir ortez yaptırmıştık. Mehmet’in bu ortezi sürekli takması
gerekiyordu ama bu konuda da ihmalimiz söz konusuydu.
Bu arada Medeniyet üniversitesini ve enjeksiyonu yapan
hemşireyi dava etmeyi açık açık düşünüyorduk. Önce bir şikayet dilekçesi
hazırlayıp hastane yönetimine verdik. Dilekçemiz, birim birim dolaştıktan sonra bize fizik
tedaviye devam etmeli diye bir sonuçla geri dönüldü. Neticede elimize tatmin
edici bir cevap geçmedi, sadece “bakın şikayetinizi dikkate alıp sizinle
ilgilendik” gibicesinden laf olsun diye bir cevap verilmiş oldu.
Her ne kadar enjeksiyonu yaparken düşük ayağa sebebiyet
veren hemşireye son derece kızgın ve hırslı olsak da asli rahatsızlığımızın
peşinde koşmaktan dava açmayı günümüze kadar hep ihmal ettik.
23 Haziran 2016 Perşembe
Çetin Bey’e gittik…
23 Haziran 2016 da yani taburcu olduktan 1 hafta sonra Çetin
Bey’in yanına gittik. Daha önce Beşiktaş’tan minibüsle geldiğimiz muayenehaneye
bu sefer ister istemez arabayla gelmiştik. Mehmet’in neticede yürüyecek hiç
hali yoktu.
Çetin Bey, Sinan Bey’i teyit edercesine kendisiyle görüştüğünü söyledi. Mehmet üzerinde yeniden bir araştırma yapılmasını gerektiğini söyledi. Çapa’ya yatıracağını, kendisinden haber gelmesini beklememizi istedi. Ameliyat sırasında alınan tam kat biyopsinin çok değerli olduğunu da ekledi.
En azından ameliyatın bu faydası olmuştu. 2 yıl önce Maltepe
Üniversitesi Hastanesi cerrahi müdahale ile parça almak istediğinde Mehmet
karşı çıkmıştı ve yol haritasını değiştirmişti ama 2 yıl sonra ister istemez
karşı çıktığı şey başına gelmişti.
Çetin bey, yanından ayrılırken Intestinal Pseudo
Obstrüksiyon’dan şüphelendiğini ama inceleyeceklerini söyledi. İlk kez burada
duyduğum bu ifade Mehmet’in yakasına yapışacak ve yakasını hiç bırakmayacaktı.
Muayenehaneden çıktıktan sonra, Mehmet Eminönü’nde balık
yemek istedi. Epeydir dışarı çıkamadığından belli ki bu tür aktiviteleri çok
özlemişti. Bizler için sıradan olan bu şeyler artık gitgide Mehmet’in
hayatından çıkıyordu. Yürüme zorluğu olmasına rağmen Eminönü’ne gidip balık
ekmek yemişti.
Çapa’dan haber gelmesini beklerken 27/06/2016 tarihinde Sinan
Bey’in yanına gitmiş, dikişlerimizi aldırmıştık. Ancak Mehmet’in yeterince
besin alamadığını, ishalinin devam ettiğini de söylemiştik. Sinan Bey, günlük
besin ve kalori ihtiyacını Ensure sıvı besinden bahsetti. Bunun için rapor
çıkarttırarak toplu miktarda almamızı sağladı. Ama maalesef Mehmet bu gıdayı da
bir türlü içemiyordu. Belki de ilaç olarak verildiği için psikolojik olarak
alamıyordu. Aslında Ensure erimiş dondurma tadında içimi gayet kolay bir
içecekti. Üstelik ishal durumu tüm şiddetiyle devam ediyordu, 24 saat içince
10-15 defa tuvalete gidiyordu. Bu gıdayı
da aksatınca kilo kaybına mani olamıyordu. Mehmet’in vücudu o kadar çok su
kaybı yaşıyordu ki gün içerisinde litrelerce su içmesine rağmen ağzı, dudağı
hep kuruyordu.
17 Haziran 2016 Cuma
Ameliyat sonrası taburcu…
1 hafta kadar yatacağımızı düşünerek 30 Mayıs 2016 tarihinde
girdiğimiz hastaneden 16 Haziran 2016 tarihinde taburcu olduk. Mehmet,
yürüyerek geldiği hastaneden maalesef tekerlekli sandalyede çıkıyordu. Sol
ayağındaki ağrı gün geçtikçe şiddetlenmişti. Verilen ağrı kesicilerin, sinir
ilaçlarının hiçbir tesiri yoktu. Öyle ki, bacak ağrısı primer rahatsızlığının
önüne geçmişti. Epikrizimizi yazıp
elimize vermişlerdi.
Şifa(!) bulup eve geldiğimizde, kendi kendimize konuşurken
içimizi teselli edecek şeyler söylemeye çalışıyorduk ama kendi söylediklerimize
kendimiz inanmıyorduk. Bir ameliyat serüveni yaşayıp eve gelmiştik ama bir arpa
boyu yol alamadığımızı biliyorduk. Crohn hastalığı yoktu ama ne olduğunu
bilmediğimiz bir sindirim sistemi hastalığımız vardı ve hareket imkanımızı
kısıtlayan bir de düşük ayak hikayemiz vardı.
Crohn olmadığının ortaya çıkmasına sevinmiştik ama
önümüzdeki sürecin belirsizliği de canımızı sıkıyordu. Son olarak Sinan Bey’i
telefonla arayarak, taburcu olduğumuzu söyleyerek her şey için teşekkür ettik. Kendisi
bize hakikaten çok yardımcı olmuştu. Neticede, düşük ayak hadisesi ondan
kaynaklanan bir konu değildi. Artık tekrardan Çetin Bey’e gitme zamanıydı.
3 Haziran 2016 Cuma
Düşük ayak…
Ameliyat sonrası, ağrıları devam ettiğinden Mehmet ara sıra
ağrı kesici iğne oluyordu. 02/06/2016 tarihinde yine böyle bir ağrı nedeniyle
1. Genel Cerrahi Sevisinin o anki görevli hemşiresi tarafından sol kalçadan
ağrı kesici enjeksiyon yapıldı. Ancak enjeksiyonun yapılmasıyla birlikte sol
bacağında şiddetli bir karıncalanma ve uyuşma meydana geldi. Bir süre sonra
hemşireyi tekrar çağırdık ve durumu ilettik. Hemşire, sol bacağını hareket
ettirmesini istedi, hareket ettirebildiğini görünce de önemli bir hadise
olmadığını, bir süre sonra uyuşukluğun geçeceğini söyleyerek gitti. Ancak
uyuşukluğun geçmesi bir yana, durum git gide kötüleşmeye başlamıştı. Sol ayak
bileğini kontrol edememeye başlamıştı. Ertesi gün Sinan Bey kontrole
geldiğinde, enjeksiyon sırasında yaşanan bu hadiseyi öğrendi ve hemen Nöroloji
Servisinden bir doktor yönlendirdi.
Doktor 11 gün sonra EMG çekilmesini istedi. 3 gün sonra Nöroloji
servisinden başka bir doktor daha geldi ve Mehmet’i muayene etti. Artık Düşük
Ayak terimini kullanmaya başlamıştı. İlk kez duyduğumuz bu terim, ayağı kontrol
eden sinirlerin harabiyeti sonucunda ayağı kontrol edememeye verilen bir
isimmiş.
Mehmet’in başına gelen de aynen buydu. Enjeksiyon sırasında
bacaktan ayağa uzanan ve ayağını ileri geri, sağa sola hareket ettiren kas
kümesini uyaran sinir zarar görmüştü. Mehmet, yürürken ayağını yerden
kaldıramıyor, dizini yukarı çekince sol ayağı aşağıya düşüyordu. Bu sebeple,
dizini yukarı çekmeden ve ayağını yerden ayırmadan sürüyerek yürümeye
başlamıştı.
Asli hastalığımızın yanında bir de bu sıkıntı başımıza
çıkmıştı. Mehmet’in ne olduğunu bilmediğimiz primer hastalığının yanında bir de
düşük ayak durumu başımıza gelmişti. Ameliyat sonrası, Mehmet’in küçük küçük
hareket etmesi, karnında oluşan şişkinliği atması gerekirken, düşük ayak
sebebiyle hareket kabiliyeti kısıtlanmıştı. Üstelik sol bacağında gitgide artan
bir ağrı oluşmaya başlamıştı.
Bir süre sonra Mehmet’i 6. Kattaki servise transfer ettiler.
Aslında hastaneye ilk geldiğinde yatması gereken bu servise yatsaydı belki de
düşük ayak hadisesi başımıza gelmeyecekti.
13 Haziran 2016 tarihinde yapılan EMG ile de Düşük Ayak tanısı, tescillenmiş oldu.
31 Mayıs 2016 Salı
Ameliyat olduk ve Crohn çıkmadı…
31 Mayıs 2016 tarihinde Mehmet ameliyat oldu. Ameliyatta
Crohn sebebiyle tıkanmış segment kesilerek çıkartılacaktı. Ameliyat 2 saat
kadar sürdü.
Ameliyat sonrası Sinan Bey’in yanına gittiğimde ise
tepetaklak olmuştum. Şu ana kadar bildiklerimizin tamamından farklı bir şey
söylüyordu Sinan Bey. Mehmet’in bağırsağında Crohn’a rastlamamıştı. Haliyle
bağırsağından hiçbir parça çıkarmamış, sadece tam kat biyopsi almış ve karnını
tekrar kapatmıştı. Bu arada bağırsağının çok genişlediğini, bu geniş kısımlarda
litrelerce sıvının biriktiğini, bu sıvıları boşalttığını söylemişti. İlk
izlenimine göre bağırsak tembelliğinden bahsetmişti. Ama ameliyat yeri
iyileştikten sonra tekrar Çetin Bey’e gitmemiz gerektiğini de söylemişti. Zaten
ameliyat sırasında Çetin Bey’e cepten ulaştığını ve istişarede bulunduklarını
da iletti.
19 Nisan 2016 Salı
Ameliyat olmaya karar verdik…
Çetin Bey’in yanından ayrılınca vakit geçirmeden hemen Prof.
Dr. Sinan Yol’u aradık. Çetin Bey’in yönlendirdiğini söyleyip konuyu anlattık.
Kendisi bize bir numara verdi ve randevu alıp muayenehanesine gelmemizi istedi.
Dediği gibi yapıp en yakın tarihe bir randevu ayarladık.
19 Nisan 2016 tarihinde Sinan
Bey’in yanındaydık. Hikayemizi dinledikten sonra, Mehmet’i iyice muayene etti.
Tomografi CDsine o da baktı. O da ameliyat gerektiğini söylemişti ama nedense o
kadar acil görmemişti. Crohn ilaçlarını kullanmaya devam etmesini, sulu gıdaya
yönelmesini tavsiye edip bir hafta sonra tekrar kontrole gelmesini söyledi.
Bir hafta sonra kontrole gittiğimizde Sinan Bey, yaptığı
elle muayenede Mehmet’in birazcık daha iyi olduğunu görüp beklemeye devam
etmemizi istedi. Ameliyat kaçınılmazdı ama emen ameliyat etme fikrine de sıcak
bakmıyordu. Mehmet’in depolarının dolmasını sağlıyor, ameliyat sonrası iyileşme
süresinin kısalmasını hesap ediyordu. Böyle böyle 15 gün daha geçmişti. Ancak
Mehmet’in ishali ve kilo kaybı halen devam ediyordu. Son olarak Sinan Bey’in
yanına gittiğimizde, ameliyat konusunda acele etmeyebileceğimizi, dilerse yaz
sonuna bırakabileceğimizi söyledi. Ancak Mehmet artık psikolojik olarak kendini
ameliyata hazırlamış, bir an önce şu
hastalıktan kurtulmak istiyordu. Sinan Bey’e de aynısı söyledi ve artık
ameliyat masasına yatabileceğini ifade etti.
Kararımızı vermiştik Medeniyet Üniversitesi Hastanesi’nde
bıçak altına yatacaktık. Cerrahımız Prof. Dr. Sinan Yol’du. Ameliyat öncesi
rutin kontroller yapıldı. Akciğer grafisi, kan tahlili, vs.. Röntgende önemli
oranda karında gaz görünüyordu. Bunun yaptığı baskı akciğer kapasitesini
azaltıyordu. Ancak buna rağmen zar zor solunum testinden geçmişti Mehmet. Bazı
kan değerlerinin toparlanması için ilaç verilmişti ve 1 hafta sonra kontrole
gelinmesi istenmişti. Değerler normale gelince 30 Mayıs 2016 tarihinde
Medeniyet Üniversitesi Hastanesi’ne yatış yaptık. Aslında 6.kata
Gastroentereloji servisine yatış yapılması gerekiyordu ama yatak olmaması
nedeniyle 5. Kattaki 1. Genel Cerrahi Servisine yatış yapılmıştı.
18 Nisan 2016 Pazartesi
Acil Ameliyat dedi…
18 Nisan 2016’da kan tahlillerimizi ve tomografi CDmizi
alarak Çetin Bey’in yanına kontrole gittik. Çetin Bey, tomografi CDsini
bilgisayarına takıp biraz uğraştıktan sonra görüntüyü ekrana verdi.
Neticede bağırsağın Crohnlu bölümünün artık tıkanmak üzere
olduğunu, çok ince bir pasajın olduğunu, tıkalı segmentin gerisinde kalan
bölgenin aşırı şiştiğini, patlama tehlikesi olduğunu vurguladı. Bu sebeple
bağırsağın delinmesinden önce ameliyat olması gerektiğini söyledi. Kolonoskopiyi ise riskli görerek şu aşamada
önermedi.
Aslına bakarsanız Mehmet, 2 sene önceki macerasına oranla bu
başına geleni o kadar kolay atlatamayacağına kanaat getirmiş ve ameliyat olma
ihtimali fikrine kendini alıştırmıştı. Bu nedenle Çetin Bey’in ameliyat
teşhisi, onu çok etkilememişti.
Çetin Bey’den bir cerraha bizi yönlendirmesini rica ettik.
Anadolu yakasında olduğumuzdan önce Koşuyolu İhtisas hastanesine başvurmamızı
tavsiye etti. Ama bu arada Prof. Dr. Sinan Yol isimli cerrah arkadaşının kontak
bilgisini verdi.
Son olarak Mehmet’in katı gıdalardan uzak durmasını, çorba
gibi sulu gıdalara yönelmesini, herhangi bir bağırsak delinmesi durumunda
yakındaki bir hastanenin aciline gitmesini söyleyerek bizi uğurladı.
13 Nisan 2016 Çarşamba
Tekrar Çetin Bey’in yanındayız…
Çetin Bey muayenehanesini Fındıkzade’den Teşvikiye’ye taşımıştı. Anadolu yakasından geldiğimiz
için, arabayı Kadıköy’e bırakıp vapurla Beşiktaş’a geçmiş, oradan da minibüs le
muayenehaneye gitmiştik. Bu detayı şu sebepten ötürü veriyorum: Mehmet pekala
normal her insan gibi araba kullanabiliyor, iniyor biniyor, yürüyor yani tek
başına her işini görebiliyordu.
Aradan geçen 2 seneden sonra Çetin Bey bizi hatırlamadı. Ama
Mehmet hikayesini anlatırken yine Afrika’dan bahsedince Çetin Bey hemen
hatırladı. Mehmet, ilaçlarını kullanmayı bıraktığını, diyetine önem
vermediğini, sigara içmeye devam ettiğini tek tek itiraf etti. Çetin Bey
kontrole gelmemiş olmasının çok büyük bir hata olduğunu söyledi ama Mehmet’i
yine iyileştireceğini söyleyip iyi bir moral de verdi. Ancak sigara konusunda
sağlam bir fırça da attı.
Mehmet’i elle muayene ettikten sonra kan tahlili ve tam
batın bilgisayarlı tomografisi istedi. Crohn ilaçlarına yani Immuran ve
Budenafalk’a tekrar başlamasını söyledi. Daha sonra tekrar kontrole gelmesini
istedi.
Yine yakınımızdaki Özel Ersoy Hastanesine giderek kan
tahlilini ve bilgisayarlı tomografiyi çektirdik. Çektirmesine çektirdik ama Mehmet
için tomografi öncesi verilen 1 litre sulandırılmış ilacı içmek zulüm olmuştu.
Çünkü karnı şişti ve çok zor içiyordu. Hastane, Tomografi çekildikten sonra
rapor vermek için önceki eski tomografilerimizi getirip göstermemizi istedi,
onlar gelmeden rapor vermeyeceğini söyledi. Açıkçası biz de hiçbir zaman eski
tomografilerimizi götürmediğimizden raporumuzu alamadık. Sadece CDyi aldık.
15 Mart 2016 Salı
Şubat 2016’da başlayan ve bir türlü geçmeyen ishal…
Mehmet’in Çapadan taburcu olduktan sonra oldukça sağlıklı
bir dönem geçirdiğini, normal hayatına devam edebildiğini söylemek mümkündür.
Bu dönem içinde 83kg ağırlığa kadar ulaşmıştı. 1.83m boyu ile vücut kitle endeksi normal sınırlar
içinde idi.
Ancak Şubat 2016’da bir ishal başlamış ve günler geçmesine
rağmen bir türlü geçmek bilmemişti. Kendindeki kilo kaybını fark ediyordu. Her
zaman giydiği tişörtler pantolonlar yavaş yavaş bol gelmeye başlamıştı.
Artık bir doktora görünmesi gerektiğine kanaat getirmişti.
Ancak geçtiğimiz dönem içinde kendi doktoruna yani Çetin Karaca’ya hiç kontrole
gitmemiş olmanın verdiği bir mahcubiyet vardı. O nedenle önce yakınımızdaki bir
özel hastaneye gittik. Mart 2016’da Özel Kurtköy Ersoy Hastanesi Dahiliye
bölümünden bir randevu alıp şikayetimizi anlattık. Doktor bey, Mehmet’i
dinlerken tek tek notlarını alıyordu ve Mehmet Crohn hastası olduğunu
söylediğinde birden başını kaldırıp Mehmet’i daha dikkatle dinlemeye başladı.
Doktorun o sıra söylediği şey hala kulağımda:”Crohn öyle bir sinsi hastalıktır
ki ilaçlarını kullanır ve onunla mücadele edersen baskın tutabilirsin ama
ilaçlarını kullanmazsan hemen baş kaldırır ve seni perişan eder” demişti. Durum
böyle olunca, Mehmet’e kesinlikle kendi doktoruna kontrole gitmesini tavsiye
etti. Belki Crohn’dan kaynaklanmayan bir sebepten ötürü ishali vardır
düşüncesiyle bir iki tane ilaç verdi, bir hafta kullanmasını ve geçmezse
mutlaka doktoruna gitmesini söyledi.
Doktorun verdiği ilaçlar tabi ki fayda etmedi. Mehmet’in
ishali devam ediyordu. Bir taraftan Mehmet’in morali bu duruma iyice bozulmaya
başladı ve mahcubiyetini bir kenara bırakıp Prof. Dr.Çetin Karaca’dan randevu
aldı.
28 Şubat 2016 Pazar
Hemen Hemen Sorunsuz 22 ay geçti…
Çapa’da Crohn ön teşhisi konmuştu. Yani Mehmet bir crohn
hastasıydı ve ömür boyu bu hastalıkla yaşamalı, ilaçlarını düzenli
kullanmalıydı. İki temel ilacı vardı: Budenafalk ve Imuran.
Çapa’dan taburcu olduktan kısa bir süre sonra işine geri
döndü. Afrika’ya gitmeden önce çalıştığı inşaat şirketinin sahibi, hastalığı
süresince Mehmet’i sürekli aramış, kendisine hem moral vermiş hem de taburcu
olduktan sonra işine dönebileceğini söylemişti. Bu şirket, madencilikle
uğraşmıyordu ama maden sahalarında kullanılan yapıları inşa ediyordu. Haliyle
Mehmet tekrar İstanbul dışında çalışmaya başlamıştı. Çoğunlukla Balıkesir
Balya’da bulunuyordu. Anlattığına göre burası hakikaten mahrumiyet bölgesiymiş.
Günümüzde her işte olduğu gibi yapmakta olduğu işin stresi bir de yörenin
asosyalliğiyle birleşiyormuş. Benzer bir
şantiye de Muğla Milas’ta varmış. Ara sıra oraya
da gidiyor, oranın işleriyle de ilgileniyormuş. Ancak bu şantiye de maden
sahası olduğu için yine yerleşim bölgelerinden uzak, yine mahrumiyet bölgesi
imiş. Yani çalıştığı süre boyunca hem işlerin stresi hem de asosyalliğin
verdiği sıkıntıyla günleri geçmekteymiş.
Her şeyin yanı sıra madenlerden çıkarılan maddeler açık alanda depolanmaktaymış. Bu madde hafif
bir rüzgarla birlikte tozumaya başlamakta ve çevredeki herkesin solunum yoluyla
ciğerlerine nüfuz etmekteymiş. Yani çalıştığı süre boyunca Mehmet de bu maddeye
solunum yoluyla maruz kalmıştı.
Crohn hastası Mehmet, bu şartlar altında ilaçlarını
aksatmaya başlamıştı. Zaten temini kolay olan bir ilaç türü değildi. Tedarikli
davranmadığı için ilaçlardan bir tanesi bitince yenisini alana epey zaman
geçiyordu. Her iyileşme emaresi gören hastanın yaptığı hatayı yaparak 10-12 ay
sonra ilaçları kullanmayı tamamen bıraktı. Bu meyanda diyetine dikkat ettiğini
söylemek de pek mümkün değildi. Zaten mahrumiyet bölgesinde idi, bekar
yaşıyordu. Şantiye yemeklerine talim ediyor, evde ise kendi yaptığı şeyleri
yiyordu. Ete karşı evvel ezelden beri bir zafiyeti olduğundan hemen her öğün et
yediğini söylemek mümkündür.
Bu süre içinde Crohn olduğunu biliyor olmasına rağmen bir
kere olsun doktoruna kontrole gitmemiş olması da çok büyük bir ihmaldi. Belki
de sürekli İstanbul dışında olması sebebiyle zaman bulamıyordu ama önce
sağlığını düşünmesi gerekirdi.
Böyle böyle 22 ay geçirmişti Mehmet. Zaman zaman ishali
oluyordu ama sonradan kendini toparlıyordu. Ta ki Şubat 2016 dönemine kadar. Bu
dönemde başlayan ishal bir türlü geçmek bilmiyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)